Yaklaşık 7-8 gün önce bir film izledim,film Fransız değildi ancak konusu Paris'te geçiyordu. İlerleyen günlerde yine bu sefer tesadüfen izlediğim bir başka film olan,La doublure (The Valet) ile senelerden beri hiç ilgilenmediğim,Fransız kültürüne biraz ısınmıştım,tanımak istemiştim. Film başlarken,gösterilen oyuncu isimleri ve yapımda emeği geçen kişilerin isimlerini ayrı bir emekle,özenle anlatıyorlardı ki,gerçekten helal olsundur. (Anlatmaya çalıştığım şeyin ismi cast.) Filmde espriler,izleyicinin gözüne gözüne sokulmuyor zaten anlamama gibi ihtimalinizde yok. Fransızca'nın,insanın kulağına değişik güzellikte geldiğini ve o gırtlak kullanımının ne kadar hoş tınılar yarattığını farkettim. Fransa'nın kültürüne,Amerika kültüründen daha yakın olduğumuzu farkettim. Hemen aynı tarzda bir film daha izlemek istedim. Bu sefer yine Gad Elmaleh'in başrolü Audrey Tautou ile paylaştığı Hors de prix (Priceless) izledim özellikle spoilere girmesini istemem orada bir parmak şıklatma sahnesi vardır ki,kesintisiz gülmeme sebep olmuştur.Daha sonra bir haftalık Fransız film merakımın jübilesini tahmin edebileceğiniz gibi Audrey Tautou'nun başrol olduğu Le fabuleux destin d'Amélie Poulain (Amelie) ile yaptım. Bugüne kadar izlememiştim,filmin afişi bana hep ilginç gelmişti. (İzlememiş olmam,farketmediğim anlamına gelmiyor yani) Yann Tiersen'e buradan,saygılarımı iletiyorum. Her ne kadar,kendisi bu filmle anılmaktan sıkılmış olsada,ben onu bu filmle tanıdım.
Amerikan film tarzında kaybet ya da kazan ile biçimlendirilen düşüncülerim bir anda değişti. Filmler demek ki insana gerçekten insan olduğunu hatırlatabiliyor.Herşeyin bir savaş olmaması,mücadelenin kazanmaktan çok kendisinin güzel olmasını ben Fransız sinemasından öğrendim. (Şaka şaka biliyordum da bir kaç filmle anlatılınca daha güzel oldu.) Artık tanımak istediğim bir Fransız kültürü ve Fransa tarihi var. Çünkü böyle filmleri yapabilen insanların yetiştiği toplumu ve kültürü tanımak,insana bir şeyler katar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder